Bu sözü çok duymuşsunuzdur. Bazı siyasi olduğunu idrak edemeyen siyasi şahısların ağızlarından çıkmıştı zamanında. Zira söylenen kesim de bir siyasinin tasvip etmeyeceği daha doğrusu edemeyeceği hareketler icra eden bir kesimdi. Mesela duvarlara “Zulüm 1453’te başladı.” yazan bir kesimden söz ediyoruz.
Bir kesim düşünün ki “gezi parkı olayları” denilen siyasi bir propagandanın bilerek ve isteyerek içine girerek kendi polisine, askerine saldırsın hatta yetmesin eylemlerini gerçekleştirdikleri çevrede bulunan esnaf dükkanlarına saldırsın, bankalara zarar versin, marketleri yağmalasın…
Yani bu halkın dişiyle tırnağıyla kazandığı, görev yapması için evladını verdiği ne kadar milli ve şahsi değer varsa onlara saygısızca ve düşünmeden zarar versin sonrasında da ülkenin ana muhalefet lideri çıkıp “o çocukları alınlarından öpüyorum” diye açıklama yapsın. Eğer teröre teşvik de suçsa, savcıları göreve çağırmaktan çekinmiyorum. Buyurun durum ortadadır.
Gezi Parkı Olayları
Gezi parkı olayları denilen kitlesel “isyan” hareketinin sebebine ineceğim. Görünürde başlangıç noktası Taksimdeki Gezi Parkı denilen yerde olması gereken fakat zamanında yıkılmış olan “Topçu Kışlası”nın tekrar yapılmak istenmesiydi. Kimse ses çıkarmıyordu bu olaya ta ki Gezi Parkındaki ağaçların akıbeti için bir grup aktivist harekete geçinceye kadar. Bu grubun isteği gayet insani ve mantıklıydı. Buradaki ağaçların kesilmesini değil taşınmasını talep ediyorlardı. Bu talepleri doğrultusunda yetkililerle görüşmek istiyorlardı. Bu yüzden dikkat çekmeleri ve iş makinelerine bu süre zarfında engel olmaları gerekiyordu. Kamplarını kurdular. İş makinelerini engellediler. Yetkililerle görüştüler ve anlaştılar. Çünkü istekleri yaşatmak adına makul bir istekti. Fakat olayları fitilleyen o hareket oldu.
Bir akşam haberleri izlerken neredeyse tüm ana haberlerde “Gezi Parkında Polis Çadırları Dağıttı” haberini görünceye kadar. Bu kadar önemli miydi bu haber peki? Şahsa bir zarar verilmiyordu. Zira zaten istediklerini alan grup orayı boşaltacaktı. Olayı biraz kurcaladığımda ilk falsoyu fark ettim. Orada çadırları dağıtanlar polisler değil belediyenin zabıta ekipleriydi. Bu haberin ana haberlerde ve özellikle “Polis” olarak verilmesi iyi niyetli bir hareket değildi. O “pof poflama” dan sonra bir şey oldu. Anlam verilmedik bir şekilde gereksiz yere topluma “sanatçı” diye yutturulan fakat ellerine verilen ezber kağıdını ezberlemekten başka bu toplum yararına bir şey üretmeyen ne kadar “ünlü” isim varsa bir anda “Gezi Parkına” doluşu verdi. N’oluyor demeye kalmadan sosyal medyadan -özellikle twitter- direniş çağrıları yapılmaya başlandı.
Topluma bugüne kadar bir faydası olmayan bu kadar insan bir anda “Her şey halk için” demeye başladı. Hatta “halka rağmen halk için” diyenler de vardı. Bu nasıl bir kafa ki “halka rağmen” kelimesiyle “halk için” kelimesini yan yana getirip buradan faydalı bir iş çıkacağını umut ediyor? Kanuni’yi kadın düşkünü, saraydaki birilerini gay, Türk-İslam aile yapısına “aşk-ı memnu” adıyla hunharca saldıran bir cenahtan halkın yararına ne çıkabilir? Sorsan sanat dünyasıdır. Sorsan “üüüüf” onlardan entelektüeli mezarda. Sokrat halt yemiş. Plüton mu o da kim? 1 milyon
takipçisi var. Kim daha sanatçı tartışmayalım istersen…
Nitekim “Gezi Platformu” altında bir yapılanma fırladı oradan. Başbakan ile görüştüler. İsteklerini sıraladılar. Ama bir dakika o da ne? Hani çadırlar yakılmıştı da o yüzden gitmişti millet oraya? Hani siz “barışçıldınız”? İsteklere bakalım:
1- 3. Havalimanı yapılmayacak. (bak hele bak)
2- 3. Köprü Yapılmayacak (eee sonra?)
3- Kanal İstanbul projesi iptal edilecek.
Şimdi adama sorarlar. Yahu mübarekler sizin amacınız Gezi Parkındaki ağaçlar kesilmesin de başka yere sevk edilsin değil miydi? Gezi parkındaki ağaçlar ile 3.Köprü arasındaki bağlantıyı bana biri bulabilir mi? Şimdi kalkıp “3.Köprü’de çevre katledildi” demeyin. O zaman Fatih de zamanında “ağaçlara bişey olmasın” diyerek gemileri yürütmez ve İstanbul da alınmazdı. Aslında ikisi arasında bağlantı var fakat gösterilen bağlantı “ağaç”. Asıl bağlantı gelişen Türkiye’nin istenmemesi. Yukarıda saydığımız projeler Coğrafi keşifler ile başlayıp günümüzde devam eden Avrupa’nın yükselişini sekteye uğratacak projelerdir.
3. Havalimanı Projesi
3. Havalimanı, sömürgelere gidilecek yeni yolların coğrafi keşiflerle bulunmasının ardından baharat ve ipek yolları önemini tamamen yitirdi. Çünkü bu yollara doğu medeniyeti yatırım yapmamış, cazibe katmamıştı. Bu yüzden terk edilmeleri de basit oldu. Fakat 3. Havalimanı demek dünyanın neresinden olursa olsun uzak mesafeye gidecek olan her uçağın İstanbul’da konaklaması, aktarma yapması ya da durması demektir. Amerika’dan Çin’e bir çizgi çekersek mola için en uygun yerin İstanbul olduğunu görebiliriz. Bu da İpek ve Baharat yollarının tekrar canlanması, alternatif yolların terk edilmesi gerek. Adı “tüketim çağı” olan zamanımızda üretici ve satıcılar için en önemli şey maliyetleri minimize etmektir. Türkiye’de satılacak ürün bundan sonra Almanya’ya uğrayıp gelmeyecek. Direkt Türkiye’ye inecek. Bu da hem ithalatçılar hem de ihracatçılar açısından maliyetlerin düşmesi demektir.
3. Köprü Projesi
3. Köprü de havaalanından aldığı görevi tamamlayacak ve Ortadoğu’ya gidecek olan malların karayolu ile taşınmasına yardım edecek.
Kanal İstanbul
Kanal İstanbul projesi başlı başına farklı bir amaçla planlanmıştır. Petrol tankerleri, yük gemileri her geçişlerinde hem boğazdaki canlı hayatını hem de kıyıdaki tarihi eser niteliğindeki yalıları tehdit etmekte. Boğazda turistik gezi dışındaki geçişleri Kanal İstanbul’a aktararak hem bu tehlike ortadan kaldırılacak hem de gözümüzün içine baka baka ticari amaçlarla geçen o gemilerden, sularımızı kullandıkları için alamadığımız vergileri alacağız. Bu da yıllık ortalama 5 Milyar Dolar bir gelire tekabül ediyor.
Şimdi geri dönelim konumuza. Adama sorarlar senin derdin hani ağaçtı? Fakat sonradan birileri çıktı ve açık açık “Mesele ağaç değil sen daha anlamadın mı?” diye tweet atarak aslında en başından beri bu olayların planlı olarak büyütüldüğü, organize edildiği ve eyleme geçirildiğini açıklamış oldu.
Ardından bu ülkenin siyasi bir otoritesi olan, bu ülkenin gelişmesi temel prensibi olan ana muhalefetin lideri çıktı ve “o çocukları alınlarından öpüyorum” dedi. Ya biz bu adamla aynı memlekette yaşamıyoruz ya aynı ülkeye hizmet etmiyoruz ya da güvendiği adamlar “adam” değil. Ülke kurulduğunda kurulan bir partinin genel başkanı, ülkesinin projelerine ket koymaya çalışan birilerinin, polisine askerine kurşun sıkıp, molotof atan birilerinin alnından nasıl öpebilir? Sonra da kalkıp “Erdoğan diktatör” demiyorlar mı? Ağlanacak hallerine güldürüyorlar el alemi.
Bu olaylar akabinde ben de şahsi olarak birilerinin alınlarından öpmek istiyorum açıkçası. İlk olarak Güneydoğu’da görev yapan askerlerimizin, polislerimizin, onlara yardım eden, çay ikram eden “dolabımdakileri sizin için aldım. Yiyin için helali hoş olsun” diyen vatandaşımın, her namazında duasında askerlerimize yer veren yaşlılarımızın, davul zurna ile askere giden genç kardeşimin, savunma sanayinde çalışan mühendisinden montaj ekibine her ferdin ve en önemlisi Kılıçdaroğlu’na yumurta atıp “Terörist” denen o Adam’ın alınlarından öpüyorum.
Allah hepinizden razı olsun.